Aklımız bize bilgiyi işleme ve değerlendirme konusunda yardımcı oluyor. Deneyimlerimiz sonucunda edindiğimiz bilgileri de benzer bir durumda kullanmamızı sağlıyor.
İnsanın aklı diğer canlılardan üstün olmasına rağmen bu insanı daha sağlıklı ve daha mutlu etmeye yetmiyor.
Buna karşın hayvanlar doğduğu andan itibaren nasıl yürüyeceğini, nasıl yüzeceğini, neden korunacağını, nerde barınacağını… vs biliyor. Bilim dünyası bunu içgüdüsel davranış olarak açıklıyor.
İnsan en akıllı canlı olmasına rağmen konuşmayı, yemeği, yürümeyi, üremeyi, neyden kendini koruyacağını… vs biri öğretmeden bilemiyor.
Bu durumda yaşadığı dünyaya en yabancı varlık insan aslında… Hiç deneyimlemediği bir ortamda hayatta kalması çok zor görünüyor. Korkuyu bile öğretilmeden bilemiyor. Bir bebeği daha önce hiç görmediği bir yırtıcı hayvanın yanına koysanız onunla oynamaya çalışır onun kendisine zarar verebileceğini bilemez, ondan korkmaz.
Bugüne kadar İslam dışı kaynaklardan bize verilen bilgilere göre; insan bugünkü gelişmişlik seviyesine sadece aklıyla ulaştı. Yani bilgi sahibi değildi ama aklı onu bugünlere getirdi. Bu çok komik bir bilgi…
Üç yaşında bir çocuğu sadece kurtların yaşadığı bir ortama bırakın ve onun gelişim sürecini izleyin. Eğer hayatta kalırsa yirmi yıl sonra gidip hayvanların arasında büyüyen bu çocuğu gözlemleyin. Acaba karşılaştığınız manzara nasıl olur?
Konuşamayan, yürüyemeyen, beraber büyüdüğü hayvanlar gibi hareket eden vahşi bir insan bulursunuz. Elli yıl da geçse bu insan medeni bir hayat sürmeyecektir. Yani aklı onun yanında bulunan hayvanlardan farklı yaşamasına yetmeyecektir, hayvanlar onu değil, insan o hayvanları taklit edecektir…
İlk insanın dünyaya geldiği günleri hayal edecek olursak karşımıza benzer bir tablo çıkar. Düşünün; tamamen size yabancı bir gezegene gönderildiniz. Ve bu gezegende size tek eşlik eden şey de aklınız…
Dört bir yanınızda yırtıcı hayvanlar var. Açsınız, susuzsunuz, üzerinizde elbiseniz yok, üşüyorsunuz, barınağınız yok. İletişim kurabileceğiniz size benzer bir canlı yok yani son derece savunmasızsınız.
Bir şey yeseniz zehirlenme ihtimaliniz yüzde doksan… Bir vahşi hayvanla karşılaşsanız kendinizi koruyacak bir silahınız yok, üstelik daha önce koşmadıysanız yeterli kas gücünüz de yok…
Bu şartlar altında hayatta kalma ihtimaliniz nedir? Ben söyleyeyim hiç…
Yani insanoğlu hasta olacağı bilgisi olmasa ne soğuktan korunmaya çalışırdı ne ateşi bulup eti pişirirdi ne barınakta yaşardı. Bir hayvanın kendisine ne zarar vereceğini bilmese ne silah yapıp kendini korumaya çalışırdı ne de ondan korkardı. Bir gün herhangi bir taşıtla bir şeyler taşınabileceğini bilmese ne tekerleği bulurdu ne de bunu hayal edebilirdi.
Yani bilgisi olmasa akıl bunların hiçbirini düşünerek bulamazdı. Çünkü insan bir ölümlüydü. Deneme yanılmayla geçirecek uzun bir vakti yoktu üstelik kendisine bir şey olursa çalışmalarını kaldığı yerden devam ettirecek bir varisi de yoktu.
Özetle ne mi demek istiyorum? İnsan yaratıldığında aciz bir haldeydi. Eğer kendisine dünyada nasıl yaşaması gerektiğinin bilgisi verilmemiş olsaydı muhtemelen ya açlıktan ya soğuktan ya da bir yırtıcı hayvan yüzünden ölecekti. Dünya tarihi de hiç başlamadan sona erecekti.
İşte bu noktada Allah inancı çıkıyor karşımıza… Demek ki Allah insanı dünyaya gönderdiğinde sadece ona aklının yetmeyeceğini bildiği için nasıl yaşayacağını ve yaşarken neleri kullanacağını, neleri bilmesi gerektiğini de öğretti. Yani insanı bu yabancı dünyada sadece aklıyla baş başa savunmasız bırakmadı.
İnsan türünün devam edeceği de bir bilgiydi. Zira cennette hiç çocuk yoktu. İnsan kendinden bir başka canlı oluşabileceğini bile Allah’tan öğrendi. Belki de en çok bu sebeple hayata tutunma nedenini oluşturdu.
Bu bilgiler dini bilgiler dışında öğretilerdi. Ve bana kalırsa bu kadim bilgiler yani insanın dünyada yaşayacağı süre içinde nelere ulaşabileceğinin bilgisi şu anda İslam alemi dışında bir yerlerde. Belki de bu icatların, keşiflerin bilgisi Tapınak Şövalyeleri tarafından Kudüs’ten çalınan hazineydi. Çünkü insanın varacağı son noktaya kadar kendisine gereken tüm bilgilerin olduğu bir kaynak tüm hazinelerden daha değerliydi. Bu bir topluluğu dünyanın hakimi yapmaya yeterdi.
Bizim geri kalmışlığımızın nedenini sürekli dinimizle eşleştiriyorlar dikkat ederseniz. Belki de inancımızı unuttururlarsa bu bilginin peşine düşmeyeceğimizi hep onların ihsan ettiğine muhtaç kalacağımızı düşünüyorlar.
Bence yaratan hepimize eşit akıl verdi bilim bunu doğruluyor. Madem insanların tamamı beyninin sadece bir kısmını kullanabiliyor, neden onlar bizden bu kadar ilerde olsun teknolojik olarak?
Sorsanız cevapları hazırdır, biz çok çalışıyoruz derler… Hayır, siz neyi bulacağınızı biliyorsunuz sadece, aklınızla da buna ulaşmanın yollarını arıyorsunuz… Sonra sıradaki bilgiye ulaşıp onu keşfedince bir aktör koyuyorsunuz sahneye, şu bilim adamı bunu buldu diyorsunuz. Biz de olan biteni şaşkınlık ve hayranlıkla seyrediyoruz sanki Allah akıl konusunda size daha cömert davranmış gibi…
Umarım bir gün bizden çalınmış bu kadim bilgilerin sahibi yeniden biz oluruz. Ancak o zaman dünyadaki dengeler değişebilir. Ve ancak o zaman sizin çıkardığınız savaşlarla, sizin sattığınız silahlarla, sizin ürettiğiniz hastalıklarla, sizin zehirlediğiniz havayla, suyla, gıdayla, sizin oynadığınız akıllarımızla, sizin hakim olduğunuz bu bozuk düzenle yasamaktan kurtulabiliriz.
Bir gün akıl kullanma rehberine sahip olanın biz İslam alemi olmasını dileyerek, hepimize insan onuruna yakışacak günlere ulaşabileceğimiz bir hayat diliyorum. Yakındır inşallah gecenin en koyu anından sonra şafağın atma vakti…
Türkolog & Sosyolog Betül Orhan